Uzaklaşmaya Hazır

Her şeyden uzaklaşmaya hazır mısın? Bu nadiren sorulan soru, hayatımdaki en önemli prensiplerden birini şekillendiriyor.

Tüm evinizin beklenmeyen bir şekilde yandığını düşünün, o an sadece bizim için en önemli olan şeyleri alacağımız kısa bir zaman aralığımız var. Siz neleri alırdınız? Böyle bir durumda elbette çoğumuzun ilk aklına gelen maddi eşyalarımız olmaz. Önce sevdiklerimizin ve evcil hayvanlarımızın güvenliğini sağlarız. Onlar güvende olduktan sonra, yalnızca yeri doldurulamaz şeyleri – fotoğraflar, sabit diskler, aile yadigarı olan şeyleri alırız. Geri kalan her şey maalesef bu yangın felaketinde kaybolacak.

Teoriyi biraz daha ileri götürerek, bu düşünce deneyine farklı bir biçimde bakmayı seviyorum.

Büyük Hesaplaşma (Heat) filminde Neil McCauley (Robert De Niro) şöyle söylüyor: “Hayatınızda 30 saniye içinde bırakıp uzaklaşamayacağınız hiçbir duruma izin vermeyin.” Hayatımda hiçbir şey McCauley’ ninkine (o filmin kötü adamı) benzemese de onun bu duygularını paylaşıyorum. Hayatıma getirdiğim hemen hemen her şeyden – mülklerden, fikirlerden, alışkanlıklardan ve hatta ilişkilerden bir anda fark etmeden uzaklaşabilmeliyim.

Pek çok okuyucu buna katılmayacak çünkü bu inanç kulağa çok garip geliyor. Ancak bunun tam tersi olduğunu belirtmek isterim: uzaklaşmaya hazırlıklı olmamız en yüksek önemseme şeklidir.

Her Şeyden Uzaklaşmak

Eğer yeni fiziksel ürünler satın alırsam, onlara fazla anlam vermediğimden emin olmam gerekir. Uzaklaşabilmek demek, eşyalarıma asla çok fazla bağlanmayacağım demek. Eşyalara bağlı kalmamak, yaşamlarımızı inanılmaz derecede esnek ve fırsatlarla dolu hale getiriyor.

Yeni bir fikir veya alışkanlığı hayatıma alırken bunu yapıyorum, çünkü bence hayatıma fayda sağlama potansiyeli var. Yeni fikirler gelecek benliğimi şekillendirir. Aynı şey alışkanlıklar için de geçerli. Zamanla fikirlerim değişir, gelişir, genişler ve mevcut alışkanlıklarım büyümeme yardımcı olan yenileriyle yer değiştirir. Fikirleri veya alışkanlıkları terk etmeye hazır olmamız, büyümeye istekli olduğumuz anlamına gelir. Sürekli kendimizin daha iyi bir versiyonunun peşinde olduğumuz, heyecanlı bir yolculuk.

Hayatıma yeni bir ilişkiyi dahil ettiğimde, onların sevgi, saygı ve nezaketini kazanmam gerektiğini biliyorum. Onların da ihtiyaç duydukları desteği ve anlayışı sağlamazsam gitmeye istekli olmalarını da bekliyorum. Dolayısıyla, ikimiz de ilişkiye katkıda bulunmak için çok çalışmalıyız.

İletişim kurmalı ve birbirimizin ihtiyaçlarının farkında olmalıyız. Ve her şeyden önce, umursamalıyız. Bu temeller – sevgi, iletişim, anlayış, şefkat – uzun vadede daha güçlü bir bağ kuran güveni inşa eder. Kulağa biraz saçma gelse de aslında uzaklaşmaya istekli oluşumuz diğerleri ile olan bağımızı güçlendiriyor. Ters taraftan bakınca – bir ilişkinin zorunluluğu ile zincirlenmek – ikiyüzlülüktür, göstermelikten doğan sahte bir sadakattir.

Bu kuralın kolayca bırakamayacağımız istisnaları vardır: evlilik, iş ortaklığı, kariyerimiz ve tutkularımız. Önemli olan, mümkün olduğu kadar az istisnaya sahip olmaktır.

Aslında bu istisnalar bile istisna değildir. Evlilikler, işletmeler gibi, genellikle sona ermektedir. İnsanlar işten atılıyorlar ve tutkular zamanla değişiyor. Bu durumlardan “30 saniyede içinde” çıkabilmek pek mümkün olmasa da, bu ilişkiler artık bize hizmet etmediğinde nihayetinde ayrılmak mümkündür.

Hayatıma aldığım her şey hayatıma ben istediğim için, kasıtlı ve düşünceli olarak giriyor. Bugün tüm evim alev alsa, yeri doldurulamayacak hiçbir şeyim yok: Tüm fotoğraflarımı tarıyor ve arşivliyorum. Tüm önemli dosyalarımı yedekliyorum. Ve tüm eşyaların eşya olmak dışında vazgeçilmez bir bağı ve büyük bir anlamı yok. Benzer şekilde, gerekirse her şeyden – bana en yakın olan insanlardan bile – uzaklaşmaya hazırım. Bunu yapmak, sürekli gelişmemi güvence altına alıyor, ilişkilerimi daha sağlıklı hale getiriyor ve her ikisi de tatmin edici, anlamlı bir hayatı yaşamam için katkıda bulunuyor.

50 yıl önce, ikna edici bir şekilde; “Mutluluğunuzun kaybedebileceğiniz bir şeye bağlı olmasına izin vermeyin.” diyen C.S. Lewis idi.

Bugünün maddi dünyasında, korku dolu, tutku dolu bir dünyada, bu sözler her zamankinden daha yerinde gibi görünüyor.

Bu yazının orijinali Joshua Fields Millburn tarafından yazılmış ve TheMinimalists.com adresinde yayınlanmıştır. Türkçe’ye çevirisi Selin Nevrim tarafından Sadecilik.com için yapılmıştır.

The Minimalists’e ait diğer çevirileri okumak için the minimalists etiketine ya da tüm çeviri kaynakları incelemek için Çeviri kategorisine göz atabilirsiniz.

Kaynak: theminimalists.com/walk-away

İlginizi çekebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir